Dünyanın her tarafına yayılmış olan milyonlarca müslüman, İslam
tarihinin ilk asırlarından zamanımıza kadar ibadet ve hukuk meseleleri
hususunda dört büyük müctehidden birine bağlana gelmişlerdir. Bu dört müctehid
şu zatlardır:
İmam-ı Azam Ebu Hanife: Adı
Numan'dır. Babasının adı da Sabit'dir. Hicretin 80. yılında Kûfe'de doğmuş ve
150 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
Sabit, İmam Hazret-i Ali'nin hizmetinde bulunmuş
ve kendi nesli için onun duasını almıştır.
İmam-ı Azam'ın annesi, babası Sabit öldükten
sonra, İmam Caferi Sadık ile evlenmişti. İmam-ı Azam bu muhterem zatın yanında
yetişmişti. Ashab-ı Kiram'dan birkaç zatı görmüş olmak şerefini kazanmıştır.
İmam-ı Azam'a uyanlardan her birine Hanefî
veya Hanefiyyü'l Mezheb denir. Biz Türkler ve diğer ırklara bağlı olan birçok
müslümanlar bu büyük müctehidin mezhebine uymuş bulunmaktayız. Onun için amel
bakımından imamımız, İmam-ı Azam'dır.
İmam
Ebu Hanife Hazretleri bütün Ehl-i Sünnet tarafından saygı duyulan dört büyük
müctehidin birincisidir. İmam-ı Azam denilince yalnız bu hatıra gelir. İlmi,
zekası, zühd ve takvası çok yüksekti. İçtihadındaki yükseklik, mezhebindeki
kolaylık ve mükemmellik bütün müslümanlar tarafından benimsenmiştir.
İmam-ı Azam'ın yetiştirdiği alimler arasında güçlü müctehidler vardır;
fakat hepsi de esas bakımından hocalarına uymuş, hepsi de Hanefî mezhebinin
fıkıh alimlerinden sayılmışlardır. Bunların en ünlüleri İmam Ebû Yusuf, İmam
Muhammed ve İmam Züfer'dir.
İmam
Ebû Yusuf'un adı Yakub İbni İbrahim El-Ensarî'dir. Dedesi Sa'd ashab-ı
Kiram'dandır. Hicretin 113 yılında Kûfe'de doğmuştur. 182 veya 192 tarihinde
Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... Harunürreşid'in
Kadılar Kadısı (Kadı'l-Kudat'ı) olarak görev yapmıştı. İmam Muhammed, Hasan Şeybanî'nin oğludur.
Babası Şamlıdır. Hicretin 135. yılında Vasıt'da doğmuş olup Kûfe'de
yetişmiştir. 189 tarihinde Rey şehrinde vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti
üzerine olsun... Din ilimleri üzerinde doksan dokuz kitab yazdığı rivayet
ediliyor. El-Mebsut, El-Ziyadat, El-Camiu's-Sağır, El-Siyeru'l-Kebir,
El-Siyeru'l-Sağir adlı kitablar bunlardan bazılarıdır. Bu kitablardaki
meselelere "Zahirü'r-Rivaye" denir. Kitablara da
"Zahirü'r-Rivaye Kitabları" denir.
Hanifî mezhebinde en geçerli rivayetler de
bunlardır. İmam Muhammed, İmam Malik'den ders okumuştur. İmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed'e İmameyn (İki imam) denir.
İmam
Züfer İsfahan'da ve Basra'da valilik etmiş olan Hüzeyl adında bir zatın
oğludur. İmam-ı Azam'ın Züfer'e verdiği değer büyüktü. Hicretin 110 yılında
doğmuş ve 158 tarihinde Basra'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine
olsun...
İlmihalimizin ibadetlere dair kapsadığı
meseleler bütünüyle İmam-ı Azam'ın mezhebine göre yazılmıştır. Bununla beraber
bazı önemli meselelerde diğer müctehidlerin mezheblerine de işaret edilmiştir.
Hanefî mezhebinin ihtilaflı meselelerinde önce
İmam-ı Azam'ın sonra İmam Ebû Yusuf'un, sonra İmam Muhammed'in, sonra İmam
Züfer'in görüşü ile işlem yapılır. Bu bir esastır. Bunlardan
yalnız bazı meseleler ayrı tutulur ki, sırası gelince açıklanacaktır.
İmam Malik İbni Enes: Hicretin
93. yılında Medine-i Münevvere'de doğmuş ve 179 tarihinde Medine'de vefat
etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. İmam Malik, müslümanların haklı
olarak kendileriyle övündükleri dört büyük müctehidin ikincisidir. Çok yüksek
bir ilme, üstün bir zekaya, büyük bir zühd ve takvaya sahib idi. Mezhebi önceleri
Endülüs'e, bütün Mağrib'e (Fas'a) yayılmıştı. Bugün de Fas, Sudan, Trablusgarb,
Cezayir ve Yemen taraflarında benimsenmiş bulunmaktadır.
İmam Muhammed İbni İdris
El-Şafiî: Hicretin 150. yılında Askalan'da veya Şam beldelerinden Gazze'de doğmuş,
240 tarihinde Mısır'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
İmam Şafiî soyca Kureyş kabilesindendir. Büyük
dedesi Şafiî gençliğinde Resül-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize
kavuşma şerefine ermişti. Onun babası Sabit de, Bedir Savaşı'nda İslamiyeti
kabul etmişti. Saygıdeğer bir sahabî idi.
İmam Şafiî, dört büyük müctehidin
üçüncüsüdür. Büyük bir alimdir. Çok büyük bir tefsir ve hadis alimidir. Tıb
ilminde şiir ve edebiyatta da ehliyeti vardı. Mezhebi doğu ve batı yönlerine
yayılmıştır.
İmam Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbelî: Şeyban kabilesidendir. Aslen Mervez'lidir. Hicretin 164 yılında Bağdad'da doğmuş ve 241 tarihinde yine Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
İmam Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbelî: Şeyban kabilesidendir. Aslen Mervez'lidir. Hicretin 164 yılında Bağdad'da doğmuş ve 241 tarihinde yine Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
İmam Ahmed de pek büyük bir alimdir ve dört
büyük müctehidin dördüncüsüdür. Hadîs ilminde üstün bir yetkiye sahibdi.
Ezberinde bir milyon hadisi şerif bulunduğu rivayet edilir. "Müsned"
adındaki kitabında otuz bin hadis vardır. Büyük alim Kuhistanî'nin sözüne göre,
hadislerin sayısı elli bin yedi yüzdür. Zühd ve takvası, yüksek ahlakı her
türlü övgünün üstünde idi. Mezhebi, Necd ülkesine ve İslam aleminin diğer bazı
yerlerine yayılmıştır.
Bu
yetkili dört büyük imamın mezhebleri, kitab, sünnet, ümmetin icmai ve fukahanın
kıyası üzerine kurulmuştur.
Kitab'dan maksad Kur'an-ı Kerîm'dir.
Sünnet'den maksad, Peygamberimizin mübarek sözleri, yaptığı veya yapıldığını
görüp de yasaklamadığı işlerdir. Peygamber Efendimizin evvelce yasaklamadığı
bir şeyi görüp de ona karşı susmaları, o şeyin meşru olduğunu gösterir.
Ümmet'in icmaından maksad, bir asırda
bulunan bütün müctehidlerin bir olayın şer'î hükmü hakkında birleşmeleridir.
Peygamber Efendimiz: "Ümmetim (sapıklık) üzerinde toplanmaz,"
buyurmuştur. Bir hadis-i şerifte de: "Müslümanların güzel gördüğü bir şey,
Allah yanında da güzeldir," buyurulmuştur. Onun için müslümanların din
varlıklarını temsil eden bütün müctehidlerin bir mesele üzerinde aynı görüş ve
fikirde bulunmaları, o meselede şer'an geçerli bir delil, bir hüccettir.
Kıyas-ı Fukahaya gelince: Bundan maksad da,
bir olayın kitab, sünnet veya icma-i ümmet ile sabit olan hükmünü, aynı illet
ve sebebe, aynı hikmete bağlayarak o olayın tam benzerinde de göstermekten
ibarettir. Bu ikinci olay üzerinde varılan hüküm de güzel düşünülünce,
anlaşılır ki, yine hüküm, kitab, sünnet ve icma-i ümmet ile sabit olmuştur.
Müctehid yaptığı kıyas ile bu hükmü yeniden meydana çıkarmış oluyor.
Kıyas-ı Fukaha, bir ictihad meselesidir.
Bunun meşru ve makbul olması şeriatça sabittir.
"Ey akıl ve düşünce sahibleri! İbret alınız" (Haşr: 2)
mealindeki Kur'an emri buna delildir. Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetinin fıkıh
alimleri için böyle bir içtihadı caiz görmüş ve övmüşlerdir.
Bir örnek gösterebiliriz: Peygamberimiz
ashab-ı kiramdan Muaz İbni Cebel'i (radıyallahu anh) kadı tayin etmişti.
Peygamberimiz ona: "Ey Muaz, ne ile hükmedeceksin?" diye sorunca:
Kitab ile hükmedeceğim, onda bulamazsam sünnet
ile hükmedeceğim, onda bulamazsam ictihadımla hükmedeceğim cevabını
vermişti. Peygamber Efendimiz de bu
cevap üzerine: "Yüce Allah'a hamd olsun ki, peygamberinin görevlendirdiği
elçisini, peygamberinin razı olduğu şeye kavuşturmuştur," buyurarak
memnuniyetini açıklamıştı.
Bu
bakımdan yetkili alimlerin kıyas yolu ile ictihad yapmaları da şeriatça pek
güzel bulunmaktadır.
Kitab, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı
Fukaha'ya Edille-i Erbaa, Usul-i Erbaa (dört delil, dört esas) denir. Bütün
müctehidler tüm olarak bu dört delili kabul etmişler ve bütün şer'î hükümleri
bu dört delilden birine veya bir kaçına dayamışlardır. Artık bu delillerin
hepsini kabul etmek de bir vecibedir. Bu deliller, insanların hak ve
vazifelerini bildiren İslam hukukunun gelişmesini sağlayan birer yüksek feyiz
ve hikmet kaynağıdır. Müslümanların dinî hayatı, bu feyizli hikmet ve ihtiyaç
kaynağından asla uzak kalamaz.
Yukarda adlarını yazdığımız dört büyük
İmam, müslümanlar için Allah'ın bir rahmetidir. Bunlar dört delilden dinî
hükümleri çıkarmışlar ve müslümanlara izleyecekleri yolu göstermişlerdir. Artık
bunlardan herhangi birinin mezhebine uyan kimse, hak bir mezhebe bağlanmış,
peygamberimizin yolunda bulunmuş demektir.
Bu saygıdeğer büyük müctehidlerin hepsi de
dinî meselelerin esasında birleşmişlerdir. Bu bakımdan aralarında ayrılık
yoktur. Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım meseleler üzerinde ayrılık
göstermişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların çoğu görünüşte
olan bir ayrılıktan başka birşey değildir. Çünkü bu meselelerin bir çoğunda bu
büyük zatlardan biri "Azimet-Takva" yolunu, diğeri de bir
"Ruhsat-Müsaade" yolunu seçmiştir. Böylece mü'minlerin önüne geniş
bir rahmet sahası açılmıştır. İşte: "Ümmetim arasında bulunan görüş
ayrılıkları bir rahmettir", hadis-i şerifi ile buna işaret buyurulmuştur.
Düşünelim: Müslümanlıkta ibadetlere,
muamelelere ve diğer konulara ait ne kadar çok mesele vardır. Bunların
hükümlerini Kur'an'dan, Sünnet'ten ve Ümmetin icmaından bulup meydana çıkarmak
öyle her müslüman için kolay bir şey değildir. Bu çok büyük bir ilim ve dirayet
işidir. İşte bu büyük müctehidler yalnız Allah rızası için, müslümanlara
gerekli olan bütün meseleleri açıkça bildirmişlerdir. Her asırda milyonlarca
müslümana ışık tutmuşlardır. Artık bu büyük zatların müslümanlık alemine ne
büyük hizmetlerde bulunduklarından, ne kadar teşekküre hak kazandıklarından kim
şübhe edebilir?!..
Bu kıymetli alimler, büyük bir ihlas ve
ciddiyetle ve çok güzel bir niyetle ictihad alanında çalıştıkları içindir ki,
doğruyu buldukları meselelerden dolayı ikişer kat, hata ettikleri meselelerden
dolayı da birer kat sevab kazanmışlardır.
Şunu da ekleyelim ki, bu dört müctehide ait dört mezhebden her birinin
bağlıları, kendi mezheblerinin daha doğru, daha isabetli, sünnet ve maslahata
daha uygun ve daha elverişli olduğuna inanır. Aksi halde o mezhebi seçmelerinin
bir manası kalmaz. Bununla beraber diğer mezheblerin kıymetini azaltmak da
akıllarından geçmez. Bu dört mezhebin dördüne de saygı duyarlar. Bu saygı Ehl-i
Sünnet'in bir alametidir.
Bilindiği
gibi, İslam hukukuna ait ilme "Fıkıh" denir. Fıkıh, lügat anlamında
bir şeyi olduğu şekilde tam olarak bilmek ve anlamak demektir. İbadetlere,
muamelelere ve cezalara dair dinî hükümleri bildiren ilme de "Fıkıh
İlmi" adı verilmiştir. Yazdığımız "İlmihal" bu fıkıh ilminin bir
bölümüdür.
Dinî hükümleri ayrıntılı delillerden,
yukarda yazdığımız dört delilden anlayıp çıkarmaya yetkisi olan İslam
alimlerinden her birine "Fakih", çoğuluna da "Fukaha"
denir. Müctehidler ise, fukahanın en yüksek tabakasını teşkil ederler.
Dinî hükümleri göstermek ve açıklamak
yetkisi, bu ehliyetli Fukaha'ya aittir. Ezberlerinde binlerce hadis-i şerîf,
binlerce ilmî mesele bulunan nice insaflı alimler, dinî hükümleri belirlemek
hususunda sözü Fukaha'ya bırakmış, bu çok ince ve zor görevi yerine getirmek
için kendilerinde yetki görmemişlerdir.
Gerçek şu: Mübarek isimleri ile sayfalarımızı
süslediğimiz dört büyük imamdan ve muhterem müctehidden her birine uyan zatlar
arasında öyle derin ve geniş muhtelif ilimlere sahib kudretli alimler vardır
ki, her biri üstün ilim ve irfana sahib iken, ictihad yapmaya cesaret
göstermemiş, bu imamdan birine uymayı şeref kabul etmiştir.
Artık dar bilgili kimselerin kendilerinde
böyle bir yetki görmeye nasıl hakları olabilir?
Kabul etmeliyiz ki, dinî meselelerle ilgili olayların hükümlerini öteden
beri herkes tarafından kabul edilen bu büyük müctehidlerden öğrenmek
zorundayız. İctihad gücünde olmayan kimselerin dinî konular üzerinde,
müctehidlerin mezhebine aykırı olarak, kendi anlayışlarına göre hüküm
vermeleri, kendi düşüncelerine göre cevab vermeleri, Allah katında çok büyük
bir sorumluluğa sebeb olur. Bu şekilde bir kimse vereceği cevabda doğru olsa
bile, bilmeksizin cevab vermiş olacağından yine sorumluluktan kurtulamaz. Bu
konuda bir hadis-i şerîfin meali şöyle: "Sizin ateşe atılmaya en
cesaretliniz, fetvaya (dinî meselelere) cevab vermeye en çok cesaret
göstereninizdir."
Bir düşünelim: Bir kimse tababet,
matematik veya astronomi ilmine dair bilgisi olmadığı halde, bunlar üzerinde
söz söylemeye ve yazı yazmaya cesaret edemez. Cesaret edecek olursa, büyük
hatalara düşmüş ve kendini çok küçük düşürmüş olur. Artık bu ilimlerden çok
daha önemli ve geniş olan, üstelik sorumluluğu büyük olan dinî ilimler üzerinde
yeterince bilgisi olmayanların söz söylemeye ve cevab vermeye cesaret
göstermeleri nasıl doğru olabilir? Böyle bir cesaret, büyük sorumlulukları
gerektirmez mi? Bunun benzeri, insanların yapmış oldukları kanun maddelerini
bilmeyen kimselerin bu maddeler konusunda gelişi güzel söz söylemeleri,
bunların nelerden ibaret olduğunu ve nasıl uygulanacağını açıklamaya
kalkışmaları asla doğru görülmez. O halde Allah kanunu olan yüce dinin yüksek
hükümleri hakkında yeterli bilgi sahibi olmayanların söz söyleyip cevab vermeye
kalkışmaları nasıl doğru olabilir? İnsan bunun manevî sorumluluğunu düşünüp
titremelidir. Maddî çıkarlar, hiç bir zaman manevî sorumlulukları karşılayamaz.
Eğer din konusunda herkes, müslümanlar
tarafından kabul edilen muhterem bir müctehide uymaz da kendi düşüncesine göre
söz söyleyecek olursa, hak dinin yüce aslını kaybetmiş ve büyük bir sapıklık
içine düşmüş olur. Nitekim böyle karanlık bir durum, geçmiş ümmetlerden bir
çoğunun başına gelmiştir. Bu sebebden dolayı, müslümanlar böyle bir sapıklığa
düşmemek için, öteden beri bu dört büyük müctehidden birine uymuşlar ve onu yol
gösterici kabul etmişlerdir. Bu sayede de manevî sorumluluktan kurtulmak
çaresini elde etmişlerdir.
Sonuç: Bu dört müctehidin büyüklüğü
üzerinde ve onların mezheblerinin hak olduğunda müslümanlar çoğunluğunun
birliği vardır. Bu dört mezhebden başkasına uyulmaması konusunda da yine bütün
müslümanların sanki bir birlik anlaşmaları olmuştur. Çünkü bu dört mezhebi
kuran dört müctehidden her biri, Hazret-i Peygamberimizin devrine çok yakın bir
zamanda yetişmiş, büyük bir ilim ve güzel amellerle vasıflanmışlardı. Üstün bir
zekaya sahib olan, eserleri zamanımıza kadar ulaşan ve bütün müslümanların
takdirini kazanan kimseler olmuşlardır. Böylece müslümanlar arasında fazla
ayrılık kapısı kapanmış, tam yetki sahibi olmayanların içtihada kalkışmalarına
meydan kalmamıştır.
Ara
sıra meydana çıkacak bazı mesele ve olayların hükümlerini belirlemek için bu
dört müctehidden birinin uygulamış olduğu esasa ve benimsemiş olduğu usule
başvurmak yeterlidir. Bunlara uyarak din ilimlerinde yetki ve faziletleri
kabullenilmiş olan kimseler tarafından, bu gibi mesele ve olayların hükümleri
çözümlenip belirlenebilir.
Bu
saygıdeğer dört müctehide, Eimme-i Erbaa (Dört İmam) denir. İmam-ı Azam'dan
başka üçüne de, Eimme-i Selâse (Üç İmam) denir. Yüce Allah hepsinden razı
olsun. Amîn...
Büyük İslam İlmihali - 39
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder