Üzere imanın temelini teşkil eden altı şart vardır. Bunlardan birincisi
Yüce Allah'a iman etmektir. Şöyle ki: "Allah Tealâ (Yüce Allah) diye
ismini andığımız şanı büyük olan Yaratıcı vardır. Eşi ve benzeri olmayan o
varlık bütün kemal sıfatları ile vasıflanmıştır. Bütün noksanlıklardan beri
(münezzeh) dir.
Bütün âlemleri yoktan var eden O'dur. O'nun kudret ve büyüklüğüne denk hiçbir şey yoktur. Bizleri ve bizim gördüklerimizle görmediğimiz sayısız âlemleri yaratan, yetiştirip besleyen ancak O'dur.
Bütün âlemleri yoktan var eden O'dur. O'nun kudret ve büyüklüğüne denk hiçbir şey yoktur. Bizleri ve bizim gördüklerimizle görmediğimiz sayısız âlemleri yaratan, yetiştirip besleyen ancak O'dur.
Yüce Allah'ın "Rahman, Rahim, Halık,
Rezzak, Hakîm, Rabb, Mübdî, Azîz, Gaffar, Tevvab, Hak" gibi daha birçok
mübarek isimleri ve büyük sıfatları vardır. Özellikle Vücud (Varlık) sıfatı
vardır. Bundan başka mübarek sıfatları iki kısma ayrılır. Bir kısmı Selbi
Sıfatlar'dır ki, Kıdem, Beka, Havadise Muhalefet (hiç bir yaratığa benzer
olmamak), Kıyam Bizatihi (varlığı kendiliğinden oluş), Vahdaniyet (ortağı
olmamak) sıfatlarından ibaret olmak üzere beştir.
Diğer kısmı da Sübut Sıfatları dır ki,
bunlar Hayat, İlim, İrade, Kudret, Semi, Basar, Kelâm, Tekvîn sıfatları olmak
üzere sekizdir. Bu sıfatların hepsine birden "Kemal Sıfatları" denir.
İşte biz, böyle kemal sıfatları ile
vasıflı bulunan şanı yüce bir Allah'a ve O'nun bu büyük sıfatlarına iman
ederiz. Bu büyük sıfatlarla ilgili biraz bilgi vereceğiz. 13- Vücud: Allah
Tealâ'nın varlığı demektir. Allah Teala'nın varlığı haktır ve en büyük varlık
O'na mahsustur. O'nun varlığı, yarattığı şeyler bakımından yaratıkların
hepsinden daha açık ve zahirdir. Çünkü Yüce Allah olmasaydı, hiç bir şey
olmazdı. Gerek bizim varlığımız ve gerekse herhangi bir şeyin varlığı Yüce
Allah'ın varlığına birer şahiddir.
Biliyoruz ki, bu alemde hiçbir şey
kendiliğinden var olacak bir durumda değildir. Bunlardan hiç biri ne kendi
kendine var olabilir, ne de kendi kendine yok olabilir. Başka bir deyişle, hiç
bir şey kendi kendine yokluktan varlığa gelemez. Varlıktan da yokluğa gidemez.
Hiçbir yaratık da ne bir zerreyi var edebilir, ne de onu yok edebilir. İçinde
yaşadığımız bu dünya ile beraber sonsuz alemler meydana gelmiş, birbiri ardınca
vücuda gelip devam etmektedir. Nice şeyler de varken yok olmuştur.
İşte bütün bunları yokluktan var eden ve sonra
yok eden, kuvvet ve hikmet sahibi Yüce bir yaratıcının varlığından asla şüphe
edilemez.
Yüce Allah'ın varlığını ispat için Kelam
(Akaid) ilminde felsefe kitaplarında pek çok delil yazılıdır. Bunlardan bir
kısmını "Muvazzah İlm-i Kelam Dersleri" adındaki eserimizde açıklamış
bulunuyoruz. Şimdi burada:
"Şüphe yok ki, göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için (Allah'ın
varlığını, kudret ve azametini gösteren) büyük işaretler vardır." (Ali
İmran: 190) ayetini okuyup yüksek anlamını düşünmek yeterlidir.
Bu ayet-i kerime güzelce düşünülürse,
Yüce Allah'ın varlığına, kuvvet ve kudretinin büyüklüğüne dair sayısız deliller
önümüze çıkar. Bizim bu eserimiz onları açıklamaya yeterli değildir. Ancak
astronomi, kozmografya, biyoloji, kimya, ruhiyat (psikoloji) ve anatomi gibi
ilimlerin verdiği bilgileri göz önüne getirenler, bu ayet-i kerîmenin işaret
ettiği delillere pek güzel akıl erdirebilirler. Her sağduyu sahibi insan
düşündükçe, Yüce Allah'ın varlığını kabule mecbur olur.
İşte yukarda Türkçe anlamını verdiğimiz
ayet-i kerîme, bu gerçekleri haber veriyor ve bizi uyarıyor. Bundan sonra
gelen:
"Akıl ve anlayış sahipleri o
kimselerdir ki, ayakta iken, otururken, yanları üzere yatarken (her hallerinde)
Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler (ve derler):
Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. (Boşuna bir şey yaratmaktan) sen
münezzehsin. Bizi ateş azabından koru." anlamındaki ayet-i kerime, gerçek
anlayış ve akıl sahibi kimler olduğunu bize bildiriyor.
Bütün bu ayetler, İslam dininde aklın ve
düşüncenin ne kadar büyük önem taşıdığını da bize göstermiş oluyor. Bir hadisi
şerifte de: "Tefekkür gibi bir ibadet yoktur." buyurulmuştur. Gerçekten İslam dininde aklın ve düşüncenin
büyük yeri vardır. İslam dini tamamen akla ve hikmete uygundur. Muhakeme ve
eleştirme, onun hak ölçülerini değiştiremez. İslamiyet düşünen insanların
dinidir.
İşte akıllı insanlar o kimselerdir ki,
gökleri, arzı, gece ve gündüzleri, göklerde parıldayan ve her biri güneşten
binlerce defa daha büyük yıldızların ihtişamını düşünürler, yeryüzündeki
sayısız canlı ve cansız yaratıkları göz önüne alırlar. Hoş gündüzlerin, sakin
gecelerin ne kadar sağlam bir düzen ve ölçü içinde yaratılış kanununa uyarak
birbirini kovalayıp durduklarını düşünürler. İbret bakışları ile yapılan böyle
düşünceler sonunda, bu aleme bu düzen ve ölçüyü vermiş olan Yüce Allah'ın
kudret ve azametini insanlar isteyerek ve teslimiyetle kabule mecbur olurlar.
Hatta böyle büyük varlıkları değil, bir
zerreden küçük olduğu halde büyük bir duygu ile hayat ve görevini sürdürmeye
çalışan bir mikrobu, yine bir zerreden küçük olduğu halde başlıbaşına bir
kuvvet hazinesi olan bir atomcuğu düşünmek bile, gerçek akıl sahibi bir insan
için Allah'ın yüce kudret ve hikmetini tasdik etmeye yeterlidir.
Büyük bir nizam ve intizam içinde yaratılan
bütün bu güzel ve acaib varlıklar rasgele mi olmuştur? Bunlar bilgi ve
hikmetten yoksun olan yahut hayal edilen bir tabiatın eseri midir? Asla böyle
yanlış bir hükme hiçbir akıl sahibi varamaz.
Yine tekrar ederek diyoruz ki,
Yüce Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü anlamak ve kabul etmek için, bundan
önceki maddede anlamını yazdığımız ayet-i kerîmeyi güzelce düşünmek yeterlidir.
Bunun içindir ki, Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur: "Yazıklar
olsun o kimseye ki, bu ayeti okumuş da üzerinde düşünmemiştir."
Kadim: Ezeliyyet, evveli
olmamaktır. Evveli olmayana Kadim denir. Sonradan meydana gelene de Hâdis
denir. Allahü Teala Kıdem sıfatı ile vasıflanmıştır. Çünkü Allah ezelîdir,
kadîmdir, varlığının başlangıcı yoktur. O'ndan önce yokluk geçmemiştir. O'nun
varlığı yanında milyonlarca seneler bir saniye bile sayılmaz. Yine gördüğümüz
alemler, milyarlarca seneden beri mevcut bulunsa, yine Yüce Allah'ın ezeliliği
yanında bir saniyelik bir hayata sahip sayılmaz.
Allah Kadîmdir, sonradan var olan şey
Allah olamaz. Yüce Allah’tan başka ne varsa bunların hepsi hâdistir (sonradan
olmuşlardır.) Bunlar Allah'ın kudreti ile yaratılmışlardır. Artık şüphe yoktur
ki, yaratılanlar yaratana mahsus Kadîm sıfatını taşıyamazlar. Onun ezelî
varlığı ile beraber hiçbir şey yoktur, alemler sonradan yaratılmıştır.
Beka: Ebediyet, sonu bulunmamak
sıfatıdır. Sonu olana "Fânî", sonu olmayana da "Bâki"
denir.
Yüce Allah Beka sıfatı ile
vasıflanmıştır; çünkü ebedidir, bakîdir, varlığının sonu yoktur. O'nun yok
olacağı bir zaman düşünülemez. Sonradan meydana gelen bütün varlıklar, Allah'ın
kudreti ile meydana gelmişlerdir. Yine Allah'ın kudreti ile yok olurlar, yine
var olurlar ve binlerce değişikliklere uğrayabilirler. Fakat Yüce Allah
Bakî'dir, değişiklikten ve yok olmaktan beridir. Çünkü O, başkasının kudret
eseri değildir ki, onun kudreti ile yokluğa gitsin veya değişikliğe uğrasın.
Aksine bütün varlıklar O'nun kudretinin birer eseridir. Onun için Yüce Allah'ın
şanında yokluk ve değişiklik nasıl düşünülebilir. Her şey yok olmaya mahkumdur;
ancak azamet ve ikram sahibi Allah'ın varlığı kalıcı ve süreklidir.
Havadise Muhalefet: Sonradan var
olmuş şeylerden ayrı olmak sıfatıdır. Yüce Allah havadise (sonradan var olan
şeylere) aykırı ve muhalif bulunmak sıfatı ile vasıflanmıştır. Çünkü Allahü
Teala yaratılmış şeylerden hiçbirine hiçbir yönden benzemez, hepsine
muhaliftir. Hatırlara gelen her şeyden Allahü Teala mutlak surette başkadır.
Mükevvenat ve mümkünat (yaratılan ve
yaratılabilen) dediğimiz şeyler değişirler, başkalaşırlar, birbirine
benzeyebilirler ve sonunda yok olurlar. Bütün bu ölümlü varlıklar, her hal ve
şekilleri ile asla Allah'a benzemezler. Hiç birinde İlah ve Mabud olma
sıfatlarından en küçük biri bile bulunmaz. Hiç yaratılan, yokluğa mahkum olan
aciz şeyler, yok olmaktan beri bulunan yaratıcı Yüce Allah'a benzeyebilir mi?
Hiç sonradan meydana gelmiş bir nesne Kadîm olan hikmet sahibi Allah'a ortak
olabilir mi? Böyle sapık bir düşünceye kapılanlar, kendi ölümlü varlıklarını
İlah olmaya yükselterek Allah'ın yüce varlığını da, kendi değersiz varlıkları
derecesine düşürmeye varacak kadar küstahlıkta bulunuyorlar.
İnsanların ve diğer yaratıkların birçok
ihtiyaçları vardır. Bunlar mekana, zamana, yeyip içmeye, gezip dolaşmaya,
doğmaya, doğurmaya ve benzeri hallere muhtaçtırlar. Allah ise, bütün bunlardan
beridir. O'nun Arş ve Kürsî'si, yedi kat sema denilen daha nice alemleri
vardır. Fakat o, bunlardan hiç birine muhtaç değildir. Bunlar yok iken O, yine
vardı.
Başkasına muhtaç olan ve yaratıkların ölümlü
vasıfları ile vasıflanan bir insan İlah olamaz. Yüce dinimiz bu gibi yanlış
düşüncelerden ve inançlardan kesin surette bizleri yasaklamıştır. (Allah'ın
benzeri hiç bir şey yoktur; O, her söyleneni işitendir, her yapılanı görendir.)
Kıyam Bizatihi: Varlığı ve
durması kendi zatıyla olmak manasında bir sıfattır. Bu sıfat da Yüce Allah'a
mahsustur. Öyle ki, Hak Teala'nin ezelî ve ebedî olan varlığı kendi zatıyla
kaimdir. Kendi varlığı mukaddes zatının gereğidir, asla başkasından değildir.
Bunun için Allahü Teala'ya Vacibü'l-Vücud (varlığı kendinden dolayı gerekli)
denilir. O'nun varlığı, başka bir var edene muhtaç olmaktan beridir. Allah'ı
var eden bir varlık olsaydı, o zaman var eden o varlık Allah olurdu. Onun için
"Allah'ı kim yarattı?" diye sorulmaz; çünkü O, kendiliğinden vardır,
kadîmdir. Başkasının var etmesine muhtaç değildir. Eğer böyle olmasaydı, ne
kainat bulunurdu, ne de başka bir şey... Bu gerçek kabul edilmeyince, içinde
yaşadığımız alemin varlığını izah etmeye imkan kalmaz. Allah’tan başka var olan
(mümkünat dediğimiz) şeyler ise, hem var olmaya, hem de yok olmaya bağlı
oldukları için, bir var ediciye muhtaçtırlar.
Sonuç olarak denilir ki, Yüce Allah'ı var
eden bir varlık düşünülemez ve O'ndan başka bir yaratıcı varlık da olamaz.
"Allah’tan başka bir yaratıcı olur mu?"
Vahdaniyet: Birlik, yalnız başına
olmak, benzeri olmamak; çoğalmaktan, parçalara ayrılmaktan ve eksilmekten beri
bulunmak gibi manaları ifade eden bir sıfattır. Bu sıfatları taşıyana
"Vahid" denir ki, gerçekte var olan, parçalara bölünmekten ve
cüzlerin bir araya gelerek toplanmasından beri bulunan zat demektir. Bu sıfat
da Yüce Allah'a mahsustur. Onun için denir ki, Yüce Allah zatında,
ulûhiyetinde, mabudiyetinde ve diğer bütün sıfatlannda birdir. Ortaktan, eşi ve
benzeri bulunmaktan beridir. Kendisinde artmak, eksilmek, cüzlere ayrılmak,
başka şeylerle birleşmek gibi haller asla bulunmaz.
Allahü Teala her yönü ile birdir. Nasıl
düşünülürse düşünülsün, sağduyulu bir insan, anlayış ve hikmet sahibi bir kimse
Allah'tan başka bir İlah bulunduğuna inanamaz. Başkasının İlah ve Mabud olma
imkanına yer veremez. İki ve daha çok ilahın bulunamayacağı kesin delillerle
sabit bulunmaktadır. Şu gördüğümüz kainatın varlığı, onun devamı ve intizamı
hep Allahü Teala'nın birliğine şahiddir.
Yüce Allah ulûhiyetinde, zatında ve
mabudiyyetinde bir olduğu gibi, yaratıcı olmasında da birdir. Yaratılmaya ve
yok edilmeye mahkum olan ve böylece mümkün adını alan her şeyi yaratan ve yok
eden ancak Allah'dır. O'ndan başka yaratıcı yoktur. İşte mümkünatı yaratıp
yaşatmaya ve yok etmeye gücü yetmeyen bir zat ise Allah olamaz. Bunun için
ikinci bir İlah'ın varlığına asla imkan yoktur. Çünkü iki İlah düşünüldüğü
takdirde, bunlardan biri kendi başına mümkünatı yaratmaya kadir ise, diğeri
fazladan olmuş olmaz mı? Fazladan olan yahut aciz bulunan bir zat ise nasıl
Allah olabilir? Bu bakımdan akıl sahibi hiç kimse, Allahü Teala'nın zat ve
sıfatlarında eşit ve benzeri bulunmadığından, bir olduğundan şüphe etmez.
Birden çok yaratıcıların ve mabudların varlığına inanan milletler ise, akla ve
hikmete aykırı bir inancın esiri olmuştur. Böylece gerçeği anlama bakımından
büyük bir cehalet içinde kalmışlardır.
Hayat: Dirilik demektir.
Allah kendi şanına mahsus bir hayat sıfatı ile vasıflanmıştır. Allah'ın ilim,
irade ve kudret sıfatları ile vasıflanmasının bir gereği olarak hayat sıfatı da
vardır. Hayatı olmayan bir şey, bilmekten, dilemekten ve yapabilmek gücünden
yoksun olur. Bu ise, yaratıcı için büyük bir noksandır.
Bu
sıfatlardan mahrum olan bir varlık, kendi kendine hiç bir şey yaratamaz. Hele
bilgi, düşünce, dileme ve güç sahibi olan varlıkları yaratmaya asla kabiliyetli
bulunamaz. Çünkü hiçbir eser, yaratıcısında bulunmayan bu gibi vasıfları
taşıyamaz. Onun için doğa adı verilip gerçekte ilim, irade ve kudretle
nitelenmeyen ve varlığı nesnelere bağlı olarak düşünülüp, onun dışında varlığı
bulunmayan şuursuz bir varlık asla bir yaratıcı sıfatını taşıyamaz. Özellikle
böyle bir varlık, akıl, irade ve kudret sahibi milyarlarca yaratığın mucidi
hiçbir şekilde olamaz.
Sonuç şudur ki, kainatın yaratıcısı olan
Allah, Hayat sıfatı ile vasıflanmıştır. Hayyü'l-Kayyûm'dur. (Hem kendisi diri
hem de her şeyi dirilten ve ayakta tutandır.)
İlim: Bilmek, idrak etmek
sıfatıdır. Allahü Teala ilim sıfatı ile vasıflanmıştır. O'nun ilmi,
yaratıkların ilmi gibi basit ve sınırlı değildir, bütün kainatı çevreler. Allah
her şeyi bilir. Onun bilgisinden hiçbir zerre hariçte kalmaz. Hiçbir varlık da
düşünce ve hareketini Yüce Allah’tan saklayamaz. Zira her şeyi bilmeyen, her
hareket ve düşünceden haberi olmayan bir varlık Allah olamaz, bu kadar güzel ve
acaib nesneleri meydana getiremez, bu kadar yaratığı idare edemez.
Allah'ın böyle her şeyi bildiğini güzelce
düşünüp doğrulayan bir insan, elbette daima uyanık bulunur, her söz ve
hareketini bir edeb üzere düzenler. Fena sözler söylemez, fena işler düşünmez,
başkasına sarkıntılık etmez, hiç bir kimsenin görüp bilmeyeceği bir yerde bile
Allah'ın buyruklarına aykırı bir iş yapmaz. Çünkü her yaptığını bilen Yüce Allah'ın
varlığına imanı vardır.
İrade: Dileyebilmek,
ihtiyar edebilmek sıfatıdır. Yüce Allah irade sıfatı ile vasıflanmıştır. O'nun
iradesi ezelîdir. Allah yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile hikmetine göre
meydana getirmeyi diler ve dilediği şey mutlaka olur. O dilemedikçe hiç bir şey
vücuda gelmez. Hiç bir şey kendiliğinden var olmaz ve kendiliğinden yok olmaz.
Ancak Allah'ın dilemesiyle var olur ve yine O'nun dilemesiyle yok olur.
Allah bütün bu kainatı ezelî olan iradesi
üzere yaratmıştır. Yaratılmış şeylerin milyonlarca cins ve nevilere, ayrı ayrı
vasıflara sahip olması, çeşitli özellikleri taşımış olması, hele bir topraktan,
bir sudan, bir havadan yararlanan sayısız ağaçların, ekinlerin, meyvelerin
çiçeklerin ve canlıların başka başka renklerde ve tatlarda meydana gelmesi
ezelî bir iradenin neticesinden başka değildir.
İşte bütün bunlar, Allah'ın irade sıfatı
ile vasıflı bulunduğuna birer şahittir. Yüce Allah hakkında mecburiyet
düşünülemez; O, her şeyi kendi dilemesiyle yaratır. Hiç bir şeyi yaratmaya veya
yok etmeye mecbur değildir. Mecburiyet bir acizlik halidir ki, Allah'ın şanına
uygun olmaz.
"Allah dilediğini hemen yapar."
(Hûd: 107)
Kudret: Güç ve kuvvet
manasında bir sıfattır. Ezelî ve ebedî kemal üzere bir kudret Allahü Teala'ya
mahsustur. Allahü Teala her mümkün varlık üzerinde dilediğini yapmaya kadirdir.
Onları yaratmaya ve yok etmeye güçlüdür. O'nun kudretine nihayet yoktur. Bu
büyük kainat, O'nun kudretine çok açık ve kuvvetli bir şahittir. Yüce Allah dilerse bir anda binlerce alemi
yoktan var eder ve dilerse onları bir anda yok eder. Çünkü dilediğini bir anda
yerine getiremeyen, istediğini yapamayan bir varlık kainatın İlah'ı olamaz.
Yüce Allah'ın bu büyük kudretini iyi
düşünen bir mü'min, O'nun büyüklüğü önünde eğilir, O'nun kudretinden titrer,
O'nun kutsal emirlerini yerine getirir ve yasaklarından sakınır.
"Allah her şeye kadirdir."
Semi': İşitme kuvvetidir.
Allah, Semi' (işitme) sıfatı ile vasıflanmıştır. O'nun işitmesi, yaratıkların işitmesi
gibi noksan ve hudutlu değildir. Yüce Allah her şeyi vasıtasız olarak işitir,
ancak vasıtalardan ve vasıtalar vasıtasiyle işiten de O'ndan başkası değildir.
O, gizli ve aşikar söylenenlerin hepsini işitir, hiçbir şey O'nun işitme
sıfatının dışında kalamaz. Kullarının dualarını ve zikirlerini, gizli-aşikar
dilek ve yalvarışlarını işitip kabul eder ve onları mükafatlandırır. Yüce
Allah'ın böyle her şeyi işittiğine iman eden uyanık bir insan, daima güzel
konuşur, her zaman Allah'ı anar, O'nu yüceltir. Her sözünü ve işini Allah'ın
rızasına uygun yapar.
Basar: Görme kuvveti
demektir. Yüce Allah kendi şanına uygun bir halde Basar (görme) sıfatı ile
vasıflanmıştır. Allah alet ve vasıta olmaksızın her şeyi görür. Fakat alet ve
vasıta ile görenlerin gördüklerini de görür. Her gözden gören O'dur. Bazı
şeyleri görmesi, diğer şeyleri görmesine engel olmaz ve O'nun görmesinden hiç
bir şey gizli kalmaz. En karanlık gecelerde, karıncaların ve daha küçük
yaratıkların kımıldamalarını, hareketlerini görür ve bilir. Şübhe yok ki,
görememek ve bilememek büyük bir noksanlıktır. Böyle noksanlıklara sahib olan
kör kuvvetler, İlah ve yaratıcı olamazlar. Yüce Allah ise böyle bütün
noksanlıklardan beridir ve bütün kemal sıfatları ile vasıflanmıştır.
Kalbi iman dolu bir insan, Yüce Allah'ın
kendisini görüp gözetmekte olduğunu bilir ve üzerinde düşünür. Böylece durumunu
düzeltir, edebe aykırı hiçbir harekette bulunmaz, melekler gibi temiz bir hayat
içinde yaşamaya çalışır durur.
"Biliniz ki, Allah bütün yaptıklarınızı
görür." (Bakara: 233)
Kelam: Bir manayı
belirten, bir maksadı anlatan söz demektir. Yüce Allah Kelam sıfatı ile de
vasıflanmıştır. O'nun kelamı (sözü) harf ve sesten beri ve kadîmdir (başlangıcı
yoktur.)
Yüce Allah, kendi kadîm kelamını, dilediği
zaman şanına uygun bir şekilde meleklerine işittirir, bildirir ve anlatır.
Allahü Teala'nın peygamberlerine dilediği
şeyleri vahy ve ilham etmiş olması da bu kelam sıfatının bir tecellisidir.
Semavî kitablar hep bu Kelam sıfatı ile meydana gelmiştir. "Kelâm-ı
Kadîm" dediğimiz Kur'an-ı Kerîm de bu sıfatlarla Peygamberimize inmiş ve
asırlardan beri hidayet rehberliği yapmıştır. 28- Tekvîn: Var etmek, yaratmak
manasınadır. Bu da Allah'ın bir sıfatıdır. Yüce Allah bu tekvin sıfatı ile dilediği
herhangi bir şeyi yoktan var eder veya var iken yok eder.
Yüce Allah'ın bu alemleri yaratıp yok
etmesi, kullarını yaratıp yaşatması, onları beslemesi sonra da öldürüp başka
bir aleme onları götürmesi, hep bu tekvîn sıfatının tecellisi ile olur.
"Allah bir şeyin olmasını dilediği
zaman, ona "ol" der, o da oluverir." (Yasin: 82)
Yüce
Allah'ımızın kutsal sıfatlarına ait verdiğimiz bilgiye bir özet yaparak deriz
ki: Yüce Allah'ın varlığı ve birliği büyüklüğü ve kudreti, ezelî ve ebedî oluşu
ve diğer yüce sıfatları apaçıktır. Bunları inkar etmeye, düşünüp de
doğrulamamaya imkan yoktur.
Bir düşünelim: Bu kainatta hiç bir şeyin
kendiliğinden var ve yok olamayacağını kendiliğinden kımıldanamayacağını ilim
ve fen haber vermiyor mu? Biz ise, milyonlarca alemin, milyonlarca parlak
yıldızların varlığını, bunların hareket ve sükun hallerini görüp biliyoruz.
Artık bunları var eden ezelî ve ebedî eşsiz bir Allah'ın varlığından nasıl
şüphe edilebilir?
Yine biliyoruz ki, bilgisi olmayan, kudret
ve iradesi bulunmayan bir şeyin, bir gaye ve hikmete yönelik birtakım güzel ve
üstün eserleri var etmesi mümkün değildir. Oysa ki biz bu alemde her neye
bakacak olsak, onun bir gayeye, bir hikmet ve düzene bağlı bulunduğunu görürüz.
En büyük varlıktan en küçük varlığa varıncaya kadar bakılırsa, bunların öyle
gelişi güzel bir rastlantı eseri olmadığı görülüyor, bunların boşuna
yaratılmadığı anlaşılıyor. Bu varlıkların her birinde üstün bir sanat ve
letafet eseri, bir irade ve ihtiyar alameti görülmüş oluyor.
Artık bu kadar yararlı olan bu güzel
eserlerin, ilim, kudret ve hikmet sahibi olan ezelî bir yaratıcıya muhtaç
olmadığını kim söyleyebilir?
Şimdi biz, bütün bu dış alemdeki
varlıklardan bakışlarımızı çevirip kendi nefsimize ve duygularımıza bakalım.
Vücudumuzun her parçası ve hücresi, vicdanlarımızın bütün duygu ve kavramları,
şanı çok yüce olan büyük bir Allah'ın, yaşatıp rızık veren bir yaratıcının
varlığına daima şahidlik edip durmuyor mu?..
O halde şüphe yok ki, kendi varlığını ve
sorumluluğunu yitirmedikçe, hiç kimse, Allah'a iman inancından, bir yaratıcının
var olduğu düşüncesinden asla yoksun olamaz.
"Gökten ve yerden size rızık veren
Allah’tan başka bir yaratıcı var mı?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder