Bilindiği gibi, Yüce Allah,
kendisinin kutsal varlığını ve birliğini bilmeleri, kendisine ibadet ve itaatte
bulunmaları için insanları yaratmıştır.
İnsanları diğer birçok yaratıklar
arasında akıl ve düşünce ile seçkin kılmıştır. Onun için bir insan aklını güzel
kullandığı takdirde, kendisini yaratıp da ona düşünüp anlama gücünü veren bir
yaratıcının varlığını sezer. Kendisinin ve çevresindeki varlıkların öyle
rasgele
kendiliklerinden var olmadıklarını anlar. Böylece kendisinde İlahî bir düşünce doğar ve büyük bir kudret sahibi yaratıcının var olduğu inancına ulaşır.
kendiliklerinden var olmadıklarını anlar. Böylece kendisinde İlahî bir düşünce doğar ve büyük bir kudret sahibi yaratıcının var olduğu inancına ulaşır.
Fakat o Yüce yaratıcıyı hiç kimse şanına
uygun bir şekilde bilemez. O'nun peygamberine uymayan kimse, Allah'ın razı
olmadığı ibadetlerin hangileri olduğunu kestiremez, yaratılış hikmetinin ne
olduğunu anlayamaz, insanlar arasındaki ilişki ve karşılıklı hakların nelerden
ibaret bulunduğunu ve görevlerin ne olduğunu gereği üzere belirleyemez. Nihayet
yaratılış gayesinin dışında yürür de bundan haberi olmaz. Cehalet içinde
bulunduğunun farkına varamaz. Böylece ebedî mutluluktan yoksun kaldığını
anlayamaz.
Peygamberlerin varlığından haberi bulunmayan
veya peygamberlerin yoluna inanmayıp gerçekleri bozarak değiştiren nice milletler
sapıtmışlar, insanlığa yakışmayan hallere düşmüşlerdir. Aralarında her türlü
vahşet hareketleri türemiş, insanlara, ağaçlara ve taşlara tapınıp
durmuşlardır.
İşte insanları bu gibi çirkin hallerden
kurtarmak, onlara din ile dünya görevlerini öğretmek ve böylece hem dünya, hem
de ahiret mutluluğuna ermelerini sağlamak için Allah'ın elçileri olan
peygamberlere ihtiyaç vardır.
Onun için Yüce Allah kendi ihsan ve ikramı ile
insanlara peygamberler göndermiştir. Böylece insanlara karşı "İlahî
hüccet" tamam olmuştur. Artık hiç kimse, "Ben görevimi bilmiyordum;
onun için sana ibadet edemedim." diye özür beyan edemeyecektir. Çünkü Yüce
Allah insanlara görev bildiren peygamberleri göndermiştir. Bunlar Allah'ın
hüccet ve delilleridir. 39- Daha önce
söylediğimiz gibi, peygamberlerin en büyüğü ve sonuncusu, bizim peygamberimiz
Hazret-i Muhammed'dir (sallallahu aleyhi ve sellem). Hazret-i Muhammed,
yeryüzündeki bütün milletlere gönderilmiş bir peygamberdir. Peygamberliği
kıyamete kadar devam edecektir; en son peygamberdir. Onun yaymış olduğu din,
bütün insanlara aittir. Onun getirdiği İslam dini, bütün insanlığın dinidir,
yaratılış gayesine en uygun olan bir dindir. Her zaman için ihtiyaçlara cevap
verecek olan hikmet dolu ebedî bir dindir. O mübarek peygamberin getirdiği
kitap (Kur'an) tümü ile hiç bir değişikliğe uğramaksızın kıyamete kadar Allah
tarafından korunmuş olacaktır.
Sonuç: Beşeriyet öteden beri
peygamberlere muhtaç bulunmuştur. Peygamberlere uymaksızın hak yolu bulacağını
ve Hakka ereceğini savunan bir gafile soralım: Eğer peygamberlerin varlığından
habersiz bir bölgede yetişmiş bulunsaydı, kendisinde Allah'ın varlığı ve O'na
karşı görevleriyle ilgili fikirler gerçek şekli ile bulunabilecek miydi? Din ve
dünya işlerine ait görevleri belirleyebilecek miydi? Kendi vicdanında yüksek
duygulara karşı bir çekicilik bulabilecek miydi?
Zavallı İnsan! Kendi ruhunda sönük bir
şekilde parıldamaya başlayan bazı yüksek fikirlerin kendisine nereden geldiğini
hiç düşünmemektedir. En kolay işlerde ve tenlerde bile bir hocaya, ustaya ve
yol göstericiye insan muhtaç olur da, en önemli olan din konusunda gerçekleri
öğrenmek için bir öğreticiye, bir yol göstericiye nasıl muhtaç olmaz? Doğrusu,
sağduyulu hiç bir düşünür, peygamberlere olan ihtiyacı inkar edemez.
"Hiç bir ümmet yoktur ki, onlar
içinden bir uyarıcı (peygamber) gelip geçmiş olmasın." (Fatır: 24)
Büyük
İslam İlmihali - 23
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder